Çıkış / Exit

İşleminiz Yapılıyor.
 
 
 
 
 
 
 
 
English

İzmir, idari yönetim açısından, Osmanlı Devleti’nin klasik yapısına uydurulmamış, bir eyalet merkezi haline getirilmemiş, Padişah hassı olarak ilan edilmişti. Kentte deniz asayişini sağlamak için bir Kaptan Paşa görevlendirilmiş, yargı işlerine bakmak ve idari işleri görmek için bir kadı atanmış ve Padişah adına vergileri toplamak için de bir Voyvoda hizmet etmişti. Görülmekte ki, İzmir Osmanlı merkezi yönetim yapısının dışında bırakılmış, halk kendi işlerinin kendisi yürütmesi açısından diğer Osmanlı kentlerine nazaran daha özgür bırakılmıştı. Ticaretteki gelişmeler, İzmir’in kentsel yerleşim ve nüfus açısından dönüşüm yaşamasına zemin hazırladı. Öncelikle Avrupalı tüccarlar, kent sahili boyunca yerleşmeye başladılar. Bu caddede hızla konsolosluklarını, ticaret hanelerini inşa etmişler ve liman çevresinin fiziksel yapısını değiştirmişlerdi. 1620’li yıllardan itibaren Batılı tüccarların evleri, dükkanları, ürün işleme ve depolama binaları, şehrin deniz kıyısında yer alır oldu. Bu dönemde kıyıda yerleşmek bir prestij olmayıp, ticaretle ilgili bir tercihti. Çünkü o yıllarda henüz organize olmuş bir ticaretten ve gelişkin bir alt yapıdan söz etmemiz mümkün değildir. Her ev, aynı zamanda işyeri fonksiyonu da görebilmekteydi. Çünkü küçük iç liman büyüyen ticari kapasiteyi kaldırmaktan uzaktı. Bu nedenle rıhtım olmayan fakat gemi yanaşmasına müsait kıyı boyunca inşa edilen ev ve depolar, ticari amaçla da kullanılmak zorundaydı. Ayrıca kıyıda ev yapmanın güvenlik açısından da yararları vardı. Frenkler, bu dönemde evlerini, zor durumda kalmaları halinde, sandallara binip, açıkta bekleyen gemilerine kaçıp sığınabilecekleri tarzda inşa ediyorlardı. İç limanın sınırlarını oluşturan bugünkü Kemeraltı yayının üzerinde XVII. yüzyıl boyunca yapılan camiler, kentin bu dönemdeki hızlı büyümesinin işaretleri gibidir. Bunlardan başka yine kentin değişik mekanlarında yapılan camiler bulunduğunu da belirtmek mümkündür. Anlaşılacağı üzere, camiler de kentin fiziksel dokusunu değiştiren kamusal kullanım binaları olarak, İzmir’deki yerlerini almışlardı. Kentin fiziksel mekanını farklılaştıran bir diğer alan ise, XVII. yüzyıl içinde gelişen hanlar bölgesidir. Yüzyılın başından itibaren ticaretin canlanmasına bağlı olarak hanların bir biri ardından yükseldiği izlenmektedir. İzmir’de ülkeler arası çalışan tüccarlara hizmet veren hanların sayısı XVII. yüzyılın başında 25 iken, 1670’te bu sayı 82’ye ulaşmıştı. Buna ek olarak, tuz işleme atölyeleri, kahvehaneler, meyhaneler, sabun üretim atölyeleri, yağhaneler vb. işletmeler liman bölgesinin değişiminin tanıkları olarak ortaya çıkmışlardı. XVII. yüzyıla ait gravürler, kentin yerleşim alanının genişlediği ve fiziksel yapısının değiştiğini göstermektedir. Gravürlere ve yazılı belgelere göre, Kadifekale eteklerinde başlayan yerleşim, sahil şeridini izleyerek kuzeyde Punta (Alsancak Burnu) olarak adlandırılan çıkıntıya kadar uzanıyordu. Güneyde ise, bu günkü Varyant başlangıcını oluşturan Yahudi mezarlığına (Maşatlık) değin ulaşıyordu. Limanın doğusunda Kadifekale eteklerinde Türkler yaşıyordu. İkiçeşmelik ve Keçecileriçi gibi Türk bölgelerinin arasına, Havra sokağı gibi Musevi yerleşimleri girmişti. Kıyıdaki Frenk mahallesinin hemen gerisinde Rumların, bunlarla Türk bölgelerinin arasında da Ermenilerin mahalleleri sıralanmaktaydı. Kıyıya yakın bölgelerde iş alanları yoğunlaşırken, yerleşim alanları da bu bölgenin arkasında içeriye doğru genişlemişti. Mahalleler arasında ve içinde bulunan sokakların çok geniş olduğunu söylemek zordur. Sokakların en geniş yeri 3-4 metreyi bulmakta, yüklü bir deve ancak geçebilmekteydi. Bu sokaklar dar olduğu kadar karışıktır da! Tüm bunlar, kentte planlı bir yerleşmenin olmadığını bize göstermektedir. Ancak XVII. yüzyılın ikinci yarısından sonra, kentin imar çalışmalarına hız verilmiş, sokaklar bu dönemde genişletilmiş ve kaldırım döşenmeye başlanmıştır. Ticarî faaliyetler ve buna bağlı olarak sağlanan ekonomik refah, 1650’li yıllardan sonra, kente ticari altyapı sağlamaya yönelik bir inşaat patlamasına neden olmuştur. Kentin önemini kavrayan Osmanlı yöneticileri, öncelikle alış verişin ve malî sözleşmelerin gerçekleştiği, bir çarşı (bedesten) ve gümrük binası inşa ettirdiler. Gümrük binası, ihraç ve ithal edilen malların denetimini sağladığı gibi, gümrük gelirlerinin artmasına da yol açmıştır. Ayrıca kentin su ihtiyacını gidermek için, bir su kemerinin yapılması ve su yollarının inşası da planlanmıştı. Vezir Osman ağa veya vezir suyu adıyla tanınan içme suyu bu dönemde, kentin sebil ve çeşmelerinden akmaya başlamıştır. Vezir suyunu kente taşıyan kemer, hala durmaktadır. Kentte imar faaliyetlerinin görüldüğü bu dönemde, kentin yaşam serüveninde hiç eksik olmayan bir felaketle tekrar yüz yüze kalıyordu: deprem! 1654 ve 1664 yıllarında yaşanan depremler, kentte korkuya yol açıp, yabancıların gemilere sığınmalarına neden olmuşsa da, çok büyük yıkıma yol açmamıştır. Ancak 1688 yılında İzmir, tarihinde gördüğü en şiddetli depremlerden birisini yaşamıştı. Yaklaşık 15.000 ile 20.000 kişi hayatını yitirmiş ve depremin ardından çıkan büyük yangın, neredeyse kentin tamamını tahrip etmişti. Deprem ve yangın sonrasında İzmir, hızla yeniden inşa edilmeye başlanmış, bu inşaat faaliyetlerinin önemli bir bölümünü Osmanlı yönetimi üstlenmiş, hatta öncülük etmişti. Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın bu süreçte inşa ettirdiği Büyük Vezir Hanı, abidevi yapısıyla yapılacak diğer hanlara model oluşturmuştu. Şehrin yeniden imar çalışmalarına yerli halkla birlikte, Frenkler de büyük destek olup, katkıda bulunmuş, böylece hızlı bir gelişme sağlanmıştı. Ticaret, kenti sadece fiziksel açıdan değiştirmekle kalmamış, şehrin nüfus yapısını da büyük oranda etkilemiştir. İzmir’in dünya ticaretiyle bütünleşme yolunda böylesi gelişimlerin yaşanması üzerine, ticarette aracı rolü oynayan Osmanlı tebaası Rum, Yahudi ve Ermeniler hızla İzmir’e yerleşmeye başlamışlardı. Bu kişiler, hem Batı dillerini konuşmaları, hem de Türkçe bilmeleri nedeniyle yerli halkla ilişki kurabiliyorlardı. Bundan dolayı, onlar ticaretin vazgeçilmez aracıları haline gelmişlerdi. Bu durum İzmir’in dış ticaretinde Türklerin rolünün sınırlı kalmasına neden olmaktaydı. İzmir ticaretinde esas rolü Avrupalı tüccarların oynaması, doğal olarak Türklerin ticari etkinliklere katılmasını zorlaştırmaktaydı. Bu dönüşüm sürecinde İzmir’de nüfus açısından Türkler elbette çoğunluktaydılar. Kentin iç pazarlarına, geleneksel ticaretine egemendiler ve kent halkının gereksinimlerini karşılamaktaydılar. Ancak uluslararası ticarette etkin değillerdi. Ticari canlılık ve uluslar arası ticaretin kentin hakim ekonomik sektörü oluşu, İzmir’i nüfus açısından kozmopolit bir hale getirmişti. Kentte Türklerin yanı sıra Osmanlı uyruğu olan gayri müslimler yaşarken, bu dönüşüm sonucunda Avrupalı bir nüfus grubu da oluşmuştu. Nitekim Frenk mahallesi, Osmanlı Devleti’nde Batı kültürünün, kendini çevresinden ayırmasının fiziki simgesiydi. Frenk mahallesinde yaşayan Avrupalılar, yaşadıkları bölgede, hayatlarını kendi ülkelerindekine benzetebilmek için, ibadethaneler, kulüpler, lokantalar, kültür merkezleri, hastaneler vb. yapıları inşa ettirmişlerdi. Batılı ve yerli unsurların bir arada bulunduğu bir kent olarak İzmir, diğer Osmanlı kentlerinden farklı bir nüfus yapısına sahip olmuştu. Nüfus dışında Frenk mahallesindeki Batılı yaşam tarzı, gelecek yıllarda İzmir kültürünü etkileyen unsurlardan birisi olacaktır. Ancak İzmir halkının yaşadığı önemli sorunlar da vardı. Liman kentlerinin karşı karşıya kaldığı sıkıntılardan olan salgınlar İzmir nüfusunu etkileyen bir faktördür. İzmir gibi liman kentleri, gemilerin ya da kervanların son durağı olduğu için, her zaman salgın hastalık tehlikesiyle yüz yüzeydiler. İzmir kenti de başta veba, çiçek ve kolera olmak üzere salgın hastalıklardan büyük zararlar görmüştür. Salgınlar genellikle yaz aylarında ortaya çıkardı. Kentte salgın başlayınca, yabancılar derhal kent dışına çıkıp kimseyle temas etmediklerinden, salgın dönemini kolay atlatırlardı. Hastalarından ayrılmayan Müslümanlar ile Museviler, büyük kayıplara uğrardı. Nitekim 1676 veba salgınında 30.000 kişinin yaşamını yitirdiği kaynaklarda yer almaktadır. İzmir tarihi boyunca, savaşlar, depremler, yangınlar ve salgın hastalıklar gibi, sorunlarla sürekli tahrip olup, yıkılmışsa da, her felaketin ardından yeniden canlanıp, yaşantısına daha güçlü ve zengin bir biçimde devam etmeyi başarmıştır.

06. Bizans devrinde İzmir ve Türk Döneminin Başlangıç Yılları

Bizans İmparatorluğu dönemi İzmir'inin, canlı bir kent olduğunu söylemek zor görünüyor. Bizans döneminden günümüze dikkat çekici her hangi bir kentsel unsurun ulaşamamış olması, bu düşünceyi doğrular niteliktedir. Bizans İmparatorluğu'nun son döneminden beri,...

07. XV.-XIX. Yüzyıllar Arasında İzmir

Egemenlik mücadelesinin yaşandığı bu dönemde, İzmir limanı ve art bölgesi harap durumdaydı. Osmanlılar İzmir'i ve buraya zenginlik sağlayan Ege bölgesini imar ederek, canlılığın yeniden sağlanabileceği koşulları yarattı. Osmanlı Devleti'nin İzmir ve Batı...

08. XVII. Yüzyılda Kentsel Yerleşim ve Nüfus Yapısında Dönüşüm

İzmir, idari yönetim açısından, Osmanlı Devleti'nin klasik yapısına uydurulmamış, bir eyalet merkezi haline getirilmemiş, Padişah hassı olarak ilan edilmişti. Kentte deniz asayişini sağlamak için bir Kaptan Paşa görevlendirilmiş, yargı işlerine bakmak ve idari işleri...

09. XVIII. Yüzyıldan XIX. Yüzyıla İzmir

İzmir'in XVII. yüzyıl boyunca devam eden büyüme süreci, XVIII. yüzyılda da artarak devam etmiştir. Üstelik 1740'lardan sonra ikinci büyüme evresi diyebileceğimiz daha canlı bir dönemi de yaşamıştır. İkinci büyüme evresi, İzmir'i bir uluslar arası liman kenti...

10. XIX. Yüzyıldan Cumhuriyet'in İzmir'ine

XIX. yüzyıla girilmesiyle, İzmir ve Batı Anadolu'nun tarihsel serüveninde çok önemli dönüşümler yaşanmaya başlanmıştır. İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında, 1838 yılında Balta Limanı Ticaret Antlaşması olarak bilinen, serbest ticaret anlaşması imzalanmıştır. 1838...
erotik
Live İzmir